29 Mayıs 2023 Pazartesi

Okuma Halleri - 2023 Özeti

2 yorum:
Herkese merhaba, buraya bir şeyler yazmayalı uzun zaman olmuş. Aslında geçen kış Ursula’nın ölüm yıl dönümünde bir yazı hazırlamıştım. Sitenin hezimetine uğradığım için paylaşamadım. Bundan sonra yazıları ne olur ne olmaz farklı bir yerden yazıp bloğa öyle koyacağım. Eskiye göre de daha sık yazmak istiyorum. Bunu her yazımda söylüyorum sonra aylarca yazmıyorum ama bakalım. 
Blogspot’un eski günlerini özlüyorum. Üç günde bir yazı girdiğimiz, hepimizin bir topluluk gibi davrandığı, yeni yazıları merakla okuduğumuz zamanları. Genel olarak eski günleri özlüyorum gerçi, her anlamda geçmişe dönmek istiyorum. Tercihen bir on sene öncesi falan, zaten bloğu da o zamanlar açmıştım. Yine çok okumuyordum ama eski okuma düzenimin şimdiye göre daha iyi olduğu kesin. Keşfedilecek çok fazla kitap vardı, keşfetmeye hevesim vardı. Şu anki okuma alışkanlığım, okuduğum ve sevdiğime karar verdiğim türler 2016 – 2017 arasında şekillendi. Baya keyifli bir yolculuktu, Ursula’nın kitaplarının çoğunu peş peşe okumuştum, Latin Amerika Edebiyatı’nda belli bir seviyeye gelmiştim. Gotik Edebiyatı zaten öncesinde de seviyordum. Yine türe hâkim olmam o senelerde oturmaya başlamıştı. 2016’ya kadar genç yetişkin türünden çok fazla okuma yapıyordum. Öncesinde biraz daha ciddi kitapları rahatça okuduğumu hatırlıyorum. Lisede Odysseia’yı sırf önsözü ortalama bir kitabın yarısı kadar olmasına rağmen okumuştum mesela. Sonra Cassandra Clare, Karen Marie Moning gibi yazarlarla tanıştım. Bir süre o çizgiden devam ettim. İyi ki de etmişim diyorum gerçi, yaşıma uygun kitaplardı ve yaptıkları atıflarla kaliteli diyebileceğim edebi eserlere yönelme fırsatım oldu. 
O zamanlar bir okuma düzenim vardı. Günde 100 sayfa, günde iki saat gibi. Çok yoğunsam bile günde en azından bir saat okumaya çalışıyordum ki vize – final zamanları bu bahsettiğim. Şimdi çalışan biri olarak günde bir saatimi yine okumaya ayırabilirim ama ayıramıyorum. Eskiden okuma heyecanım vardı, galiba onu kaybettim. Ayda bir yaptığım kitap alışverişlerim için büyük bir hevesim olurdu. Şimdi de alıyorum, daha çok alıyorum hatta. Ama eskisi gibi paketi açarken mutluluk duymuyorum. Geçen hafta çevrilmesini uzun zamandır beklediğim, 2019’da ekitap olarak okuduğum bir kitabı aldım mesela. Eskiden günlerce o kitaba bakıp mutlu olabilirdim, şimdi öylesine bir his var içimde. Okurken de aynı şekilde, iki günde bir kitap bitirirken şimdi bir haftayı her türlü geçiyor. Muhtemelen çoğumuz böyleyiz, bir türlü geçmeyen bir bıkkınlıkla alışkanlıklarımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Bu bıkkınlık küf gibi bir şey, kitapların sayfalarına bulaşıyor sanki. Okumama engel oluyor, birkaç sayfadan sonra sıkılıyorum. Düzeltmek için ne yapmam gerektiği konusunda bir fikrim yok, zamana bırakayım diye diye aylar, seneler geçti. 2019’dan beri okuma tempom giderek düştü. Günde yirmi sayfa okuyunca iyi okudum diyorum, instagram hesabıma gönderi atasım bile gelmiyor. Kısacası okuyamıyorum ve bundan memnun değilim. Bir gün düzelmesini umuyorum, öyle bir şeyler işte.

17 Eylül 2022 Cumartesi

OKUMA HALLERİ: UÇLARDA OKUMALAR

Hiç yorum yok:

Birkaç sene önce Tüylü Bir Şeydir Şu Yas'ı okumuştum. Yas tutmayı kara mizah tarzı ele almış, melankoli ihtiyacımı tam olarak doyurmayan bir kitaptı. Sonra bunu unuttum, geçtiğimiz günlerde birtakım şeyler için fazla üzgün olduğumu hissederken kitap tekrar gözüme çarptı. Rafta dursa belki de dikkatimi çekmezdi ama yeni kitaplıklar aldım ve tüm kitapları baştan aşağı diziyorum. (Henüz yarısını bile dizemedim.) İçimde geç kalmışlık ağırlıklı bir hüzün vardı, bunu yatıştırmak için benzeri bir duyguyu daha baskın gösteren bir şeyler okumak istedim. Ağlayan bebeği susturmak için daha çok ağlamak gibi. Neyse sonuç olarak kitabı tekrar okumak beni tatmin etmedi ve geçmeyen bir yas haliyle ortada kaldım. Bunu gidermek için ne okusam bilmiyorum, belki bir şeyler izlerim. 

Tüylü Bir Şeydir Şu Yas beni Ted Hughes ile tanıştırmıştı. Kitabın hemen hemen her sayfasında adı geçiyor, biraz bunaltıcı aslında. Ursula K. Le Guin'i çok seviyorum ama bi' kitabım olsa sürekli onun adını geçirip, Ursula <3 Berfin havası veren cümleler kurmazdım. Yine de sahafta Doğum Günü Mektupları'na denk gelince aldım. Şu an kitaplığımın Çağdaş Edebiyat raflarından birinde duruyor. Ne zaman aldığımı hatırlamıyorum, geçen sene belki. Okumadım ama şairi az çok tanıyordum. Bunu düşünürken aklıma gerçekten tanıdığım ve tanımaya yakın olduğum yazarlar geldi. Mesela Angela Carter tanımaya yakın olduğum bir yazarken Shirley Jackson'ı tanıyorum. İkisi birbirine benzer bir tarza sahip, bu yüzden peş peşe hatırladım. Bu ikilinin yanında Ursula hiç belirmedi, Belki Clive Barker da eklenebilirdi ama Carter ve Jackson'ın siren büyüsü tarzına sahip değil. 

Angela Carter


Shirley filmini düşündüm, sonra yine Carter'a döndüm. Yazının başlığı onun tarzından geliyor. Uçlarda yazmak. Ne gibi, mesela Carter'ın bir öyküsünde okurken şok olduğum birkaç cümle vardı. Nekrofili temalıydı ve açıkça yazılmıştı En sevdiğim masallardan birinin farklı bir versiyonuydu. Hem korkunç hem de büyüleyiciydi. Oradaydı ve çekinilmeden yazılmıştı, etkilendiğim kısım bu oldu. Söylenmesi gereken bir şeydi belki de, kadınların yaşadığı korkunç şeyleri düşününce birkaç cümleden sakınmak yerine böyle apaçık yazılması daha iyi olmuştu. Edebi bir tatmin de yaşadım, kısacası çok iyiydi. Shirley Jackson bir benzerini kısa öyküsü Cadı'da yaptı. Öldürmek üstüne sert bir betimlemesi vardı, bahsedilen bir çocuğun ölümüydü. Carter'da hissettiğimi bu öyküde de hissetmiştim. Önce ufak bir şok, sonra edebi tatmin. İkisi de şahane yazarlar, yeteneği deliliğe kaçacak bir zekayla birleştikleri kalemleri var. 

Bazen bir şeyler arıyormuş gibi okuyorum. Düzensizce, çantamda anahtar arar gibi. Sonra bahsettiğim tarz cümlelere denk gelince bulduğumu düşünüyorum. Birileri söylemek istediklerini yazma cesaretini gösteriyor. Bunu kişisel hayatıma yansıtıp kısa süreli bir bağlantı kuruyor, söylemek istediklerimi çoktan söylemişim gibi hissediyorum. Çünkü o cümleleri çoktan okudum. Sonra öyle olmadığının farkındalığı (sonradan kastım neredeyse hemen) geliyor ve arayışa devam ediyorum. Edebi tatmin bu noktada yol yakıtım oluyor. (Adeta bir lembas.) Geç kaldığımı düşündüğüm çok fazla şey var. Okumam gereken ama henüz okumadığım kitaplar, aradıktan sonra aranınca geri dönemediğim telefonlar, söylemek istediklerimi söyleyemediğim kişiler, izleyemediğim filmler diye uzayan bir liste. Bu arada geç kaldığım kitapları blogda ya da sosyal medyada çaktırmadan gizlice okuyup önceden okumuş gibi davranmayı planlıyorum. Kimse niye okumadın pü sana diye yargılamayacak ama kendi kendime ufak bir drama yaratmak istiyorum. Söylemek istediklerime gelince, kitaplarda aramaya devam edeceğim. Yas süreci içinse bir planım yok, Bronte Kardeşler'den tekrar tekrar okumalar yaparım belki. Yas tutmanın planı olur mu bilmiyorum, varsa tavsiyeye açığım. Son olarak yazıdan tamamen alakasız, Güç Yüzükleri'ni beğenmedim, izliyorum ama daha kötüsü de gelseydi Lotr Evreni'ne dönmek için izleyecektim zaten. 

18 Haziran 2022 Cumartesi

BİR ÜTOPYA OLARAK OKUMAK

3 yorum:

Son zamanlarda eskisi gibi okuyamıyorum. Hayat yoğunluğu ve bu yoğunluğun getirdiği kafa doluluğu döngü halinde birbirini tetiklerken elime kitap aldığım süre giderek azalıyor. 2018’de günde 100 sayfa okumak rutin bir aktiviteydi, şimdi ise 50’yi görünce seviniyorum. Bunun için ufak çözümler üretme aşamasındayım. Metroda ya da ofiste okurum diye kitap taşıyorum mesela, günde 10 sayfa bile okusam ayda 200 eder. Bu hesaplara girmek önceden gereksiz geliyordu ama gerçekten çok az okuyorum. Okumak beni hayata bağlayan en önemli eylemlerden biriyken bu denli azaltmış olmam bünyeme kötü geliyor. Birkaç hafta önce bir akşam yorgunluktan elimdeki kitaba odaklanamadım mesela. O an şey demiştim, kitap bile okuyamayacaksam tüm bunların ne anlamı var? İşe gidip gelme sebebim genel olarak hayatımı belli bir konforun üstünde tutmaksa okumaya zaman ayıramadığım bir hayatın verdiği konforsuzluk bu noktada beni kitler. Anlamsız oluyor yani her şey baştan bitiyor.



Geçen hafta bir arkadaşımla mükemmel hayat üstüne konuştuk, benzer fikirlerimiz vardı. Büyük bir ev, yeterli diyeceğimiz bir gelir, sürekli okumak ve keyfi olarak yazmak. Yazma eylemini Mary Shelley ve Lord Byron’ın katıldığı bir öykü yaratma gecesi gibi hayal ediyorum. Sanat odaklı, kayıtsız ve kendi akıntısında giden. Asıl odağım ve detaylandırmak istediğim şeyse okumak. Ciddi anlamda okumak üstüne bir hayat istiyorum. Çeşitli okumalar yapmak, bunlar hakkında konuşmak, arkadaşlarımla aynı kitapları okuyup tartışmak vs. vs. Tüm hayatımı okuma eylemi üstüne kurabilirim. Son zamanlarda bir okuyorsam on satın alıyorum, belki tamamen okumaya ayıracağım günler için biriktiriyorum belki de sadece alasım geliyor. Kitap almak bana iyi hissettiriyor. Boşa giden bir şey de değil, bunun üstünde durup “çok kitap aldım.” düşüncesine girmeyeceğim. Zaten kime göre çok neye göre çok orası ayrı.  Neyse, ütopyama döneyim. Tüm günümü keyfi okumalar yaparak geçiriyor, okuduklarım hakkında yazıyorum. Ayda birkaç defa toplandığımız bir okuma kulübümüz var, bazen birlikte yazma denemeleri de yapıyoruz. Okumalar için keyfi dedim ama belli bir düzeni de takip ediyorum. Bir yazarın aynı anda iki kitabını okuyorum ya da Latin Amerika Edebiyatı’nda uzmanlaşıyorum mesela. Ursula’nın kitaplarını tekrar tekrar okuyorum çünkü bolca vaktim var.

Bu ütopyada okumak için geç kaldığımı hissettiğim kitaplar yok, her şey için vaktim var ve her kitapla tam zamanında karşılaşmışım. Bazı kitaplarla hayatım boyunca bir yerlerde karşılaştım ama okuyamadım ve baskıları tükendi mesela. Onları düşününce keşke o an alsaydım diyorum, keşke o kitapçıda daha çok dursaydım, biraz daha fazla dolaşsaydım ve raftan çekip başkası almadan ben alsaydım. Ütopyamda baskı tükenmesi diye bir kavram yok bu arada onu da belirteyim. ^^

Bir de bazı kitaplar var ki kafamı karıştırıyor, üstüne çok düşünüyorum ve neden bu kadar düşündüğümü pek anlamıyorum. Örnek verecek olursam Gitmeliydin – Daniel Kehlmann bunlardan biri. Bende yarattığı hissi unutamıyorum, içimde bir şeylerle o kadar çok uyuşuyor ki en sevdiğim kitap oymuş gibi sıkça aklıma geliyor.(En sevdiğim kitap yok bu arada, henüz bulamadığımı düşünüyorum.) Sadece o kitapla (genel terim olarak kitap) kendi özelimde bir şeyleri bağdaştırıyorum galiba. Biraz tuhaf bir bağ, soğuk bir aralık gecesinde buzlu bir şeyler içerek kitap okumak gibi. Gördüğüm anda tanıdık gelen kitaplar bunlar. Hani birini ilk defa görürsünüz ve daha önce karşılaştığınızdan emin olursunuz. Hatta o kişiyle aranızda mistik bir bağ varmış gibi gelir, bir ihtimal ilerde çok iyi arkadaş olursunuz. Bu tarz kitaplara aramda öyle bir şey oluyor.  Siz ne sıklıkla yapıyorsunuz bilmiyorum ama okuduklarımın bende nasıl hisler yarattığını analiz etmeyi çok seviyorum. Özellikle unutamadığım kitapların, Susan Hill’den Şatonun Kralı, Shirley Jackson’dan Biz Hep Şatoda Yaşadık, Atuan Mezarları, Tehanu, Normal İnsanlar… Aklıma gelenleri pek düşünmeden yazdım şu an.

Sanırım ütopyamdan bahsederken arka bahçedeki labirente girdim, biraz dallı budaklı bir yazı oldu. Edebiyata tutunarak yaşıyoruz, labirentin kalbinde bu yatıyor. Ayaküstü yaptığım kitap sohbetleri bile benim için o kadar kıymetli ki. Ya da sevdiğim bir yazarın yeni kitabının duyurulması, bir yazarın doğum gününü bilmek ve o günlerde onun kitaplarını okuma planları yapmak gibi şeyler. Jung’dan bir gün sonra doğmuşum mesela, küçücük bir detay ama hoşuma gidiyor. Yürümek istediğim yolu, labiretin çıkışını bu detaylar aydınlatıyor. 

14 Mart 2022 Pazartesi

2022 Blogları

4 yorum:

 Selamlar, senelerdir blog yazılarını severek takip ettiğim Kitap Eylemi bloggerların birbirine destek olması için güzel bir etkinlik başlatmış. Blogları ziyaret ederek postları okumak, yorum bırakmak küçük gibi görünse de yazmak isteyenlere şevk veriyor. Eskiye göre buraya çok bakamasam da fırsat buldukça girmeye çalışıyorum. Bundan sonra daha aktif olmaya çalışacağım. Takip ettiğim hesapların da yazdıklarını okumak için zaman ayıracağım. 


Bahsettiğim yazıya burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz. Blogumun eskisi kadar görünme almadığının farkındayım, buradan tanıştığım bloggerla da genelde instagramdan haberleşiyoruz. Burada kaç kişi kaldık merak ediyorum, görenler yorum atarsa sevinirim. Herkese mutlu bir hafta diliyorum. :)

18 Ocak 2022 Salı

ÇEKİLİŞ

4 yorum:

 


Herkese merhaba, instagram hesabımda güzel bir çekiliş düzenliyorum. Blogumu takip eden birine çıkmasını çok isterim. Kitap çekilişine katılmak için hesabımı ziyaret edebilirsiniz, aynı ismi kullanıyorum. En kısa zamanda 2022 okumalarıyla ilgili yazacağım yazılarda görüşmek üzere. :)

22 Aralık 2021 Çarşamba

2022'de Okumak İstediğim 22 Kitap

8 yorum:

 


Herkese merhaba, bu yazıda 2022'de okumak istediğim bazı kitaplardan bahsedeceğim. Henüz 2022 için bir okuma planı yapmadım, instagramda gördüğüm bir etkinlik vesilesiyle bu listeyi oluşturdum. Önümüzdeki sene okumayı düşündüğümüz 22 kitabı seçip paylaşmak üzerineydi. Ben de ağırlığı uzun zamandır kitaplığımda olanlara verip fotoğraftaki kitapları seçtim. Ufak bir düzeltme, Yanılsamalar Kenti'ni zaten okumuştum, fark etmeden onu da eklemişim. :) 

2022 okuma planımı kaba taslak düşününce kurgu dışı okumaları, özellikle felsefe okumalarını artırmak istediğimi fark ettim. Dinler tarihi de çok ilgimi çekiyor ve elimde zaten bu alanın uzmanı Mircea Eliade'den baya kitap var. Dinler Tarihine Giriş ve Şamanizm'i notlar alarak uzun bir süreçte okumak istiyorum. Minik bir not, Eliade'nin bu alanda çok kitabı var. Başlangıç için Ebedi Dönüş Miti'ni edinebilirsiniz. Hatta ben de o kitabını tekrar okumayı düşünüyorum. 

Kurtlarla Koşan Kadınlar, Lanark ve Gazap Üzümleri de bu yıl mutlaka okumak istediklerimden. Özellikle Kurtlarla Koşan Kadınlar'ı mart ayına denk getirip bahara güzel bir başlangıç yapmak istiyorum. Gazap Üzümleri'ni okuduğum ay yazardan bir iki kitap daha ekleyeceğim. Önerileriniz varsa paylaşırsanız çok sevinirim. Bu sene Türk Edebiyatı'na da ağırlık vereceğim, özellikle çağdaşa. Erdal Öz ve İhsan Oktay Anar'dan en az iki kitap okurum diye düşünüyorum. 

Son olarak Latin Amerika Edebiyatı'ndan elimdeki kitapların hepsini bitirmek de hedeflerim arasında. Okunmamış en az on kitap vardır. Borges'de uzmanlaşmak istiyorum, elimde olmayan kitaplarını da alırsam sadece ondan beş kitap okurum büyük ihtimalle. Yüzyıllık Yalnızlık'ı tekrar okumak gibi bir hedefim de var, olur mu bilemem tabii sadece düşünce. :)

Bunların dışında gotik edebiyat okumalarına devam edeceğim, Karanlık Şato'da her ay birkaç kitaba yer vereceğiz. Bize instagram hesabımızdan ulaşabilir, telegram grubuna katılabilirsiniz. 2022 okuma planımı detaylı bir şekilde ocak ayında paylaşacağım. Ondan önce 2021 okumalarım hakkında bir yazı gelir ama çok şey beklemeyin, bu sene son yılların en verimsiz okumalarını yaptım diyebilirim. :3 Bloga bu kadar uzun zamandır yazamadığım için üzgünüm, bundan sonra her ay düzenli yazılar gireceğim. En kısa zamanda görüşmek üzere, herkese iyi günler, iyi okumalar. :)

18 Nisan 2020 Cumartesi

Karantinada Sakin Kalmaya Çalışmak ve Kitap Tavsiyeleri

16 yorum:
Aylar sonra herkese merhaba. Arayı açtığım bu sürede yüksek lisans tezimle cebelleşiyordum. (1 saat yazıp 2 gün boyunca yazmam lazım diye geriliyordum yani. ^-^) Günler çok çabuk geçti, ne olduğunu anlamadan mart geldi. Peşine korona virüsü tavan yaptı ve tezi dondurma hakkım doğdu. Krizleri fırsata çevirmek adına tezi dondurdum. Muhtemelen kasım sonuna kadar sürem olacak. Aylar var diyerek salmak istemiyorum, geçen sene tam olarak bunu yaptım ve sonuç hüsran oldu. Son aylara bırakmak beni çok gerdi, hocamı da neredeyse hiç aramamıştım. Endişe (aslında anksiyete) nöbeti geldiği gibi kitleniyordum ve en az bir günümü yiyordu. Derken derken dondurdum, hala tez aklıma geldikçe geriliyorum, sanırım bu his karantina kalkmadıkça devam edecek. Genel olarak sürekli evde kalmak ve bunun zorunlu olması duygusal halimi çok kötü etkiliyor zaten. Evcimen bir insanım, sessizlik olduğu sürece evimi ve odamı seviyorum. Fakat karantina bambaşka bir boyut, şu an herkesin bu durumda olması aa yalnız değilim dedirtmiyor, aksine daha kötü oluyorum çünkü kolektif bilincin kötü enerjisini çekiyorum (galiba). İstisnasız her gece kabus görmem bunun baya net bir işareti bence. Babamın dayısı şu an koronayla savaş veriyor, makineye bağlı durumda. Babam üzgün, ayrıca işe gitmesi gerekiyor ve insanlar korunmadan etrafta dolaştığı için kendi sağlığından endişe duyuyor. İnsanlar nasıl bu kadar sorumsuz anlamıyorum, bu gidişle koronanın bitmesi sonbaharı bulacak .Havalar ısındıkça herkes dışarı çıkmaya başladı. Saçma bir şekilde gündelik hayatlarına devam ediyorlar.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...