23 Ekim 2015 Cuma

Crimson Peak, Guillermo del Toro'nun Hayaletleri

1 yorum:

Herkese merhaba, bloga girmeyeli yine yüzbin yıl olduğunun farkındayım. Maalesef bu aralar pek kitap okuyamıyorum. Ah o Titus bir geldi bütün okuma düzenimi altüst etti. o_o  Penguen Gruptan inceleme için istediğim bir kitap geçen gün elime ulaştı, belki bu gece ona başlarım. ^^ Öyle yani, okuyama sorunum aldı başını gidiyor, durdurabilen olursa sevinirim. :3 Bu ufak girişten sonra asıl konumuz olan, uzun zamandır büyük bir istekle beklediğim Crimson Peak'e döneyim.  Guillermo del Toro, Pan'ın Labirenti'ni izlediğimden beri hayranlık duyduğum senarist & yönetmenlerden biri. Hatta en sevdiğim diyebilirim. Kendisi tam bir hayalperest olmakla beraber, çektiği filmlerde kullandığı tarz küçükken deliliğin dağlarında periler tarafından büyütülmüş bir çocuğunki kadar sıradışı. O yüzden Crimson Peak'i ilk haberleri çıktığı zamandan beri takip ediyordum. Gotik - romantik türüne duyduğum hayranlığı blogumda fazlasıyla dile getirdim, Toro'nun bu tarz bir filmde harikalar yaratacağını biliyordum. ^.^ Bekle bekle derken nihayet geçen pazartesi Crimson Peak'i izleme fırsatı buldum. Aslında ilk günden bir inceleme yazısı yazmak istiyordum ama filmin baya etkisinde kaldığımdan biraz bekleyip öyle gireyim dedim. Temelini hayaletlerden alan hikayesiyle  film, korkunun estetikle buluştuğu yere nokta atışı yapmış, gotik - romantik türünün hakkını vermiş bir yapım. *-* İzlerken yer yer aklıma Uğultulu Tepeler geldi, Guillermo del Toro konusunun temelindeki bazı şeyleri Emily Bronte'den esinlenmiş olsa gerek. ^^


Guillermo del Toro'un hayaletleri görünüm olarak korkunç, ruh olarak acı içinde olan yaratıklar. "Hayaletler gerçek." mottosu filmin her anında kendini belli ediyor. Kullanılan mekanlar öyle bir yaratıcılık eseri ki her çeşit doğaüstü varlığa ev sahipliği yapabilir. Kısacası temeli sağlam bir yapıt var karşımızda. Crimson Peak'in gotik kısmı için hikayenin temeli, romance içinse süslemesi diyebiliriz. Yönetmenin yaratıcılığına toz kondurmam ama hikayenin aşk kısmı bana birazcık zayıf geldi. Kurgunun karanlığında pek parlayamamış mı desem ne desem bilemedim. Tabii oyuncu seçimleri şahane olduğundan bu dediğim öyle çok göze batan bir durum değil. ^^ 

Crimson Peak'i mutlaka izle sevgili okuyucu, vizyondan kalkmadan sinemada izle hatta. Çatısından kurumuş yaprakların süzüldüğü malikanesi, duvarlarda gezinen kocaman güveleri, koridorla süzülen ölmüş bir annenin hayaleti, arka plandaki vahşet ve bu vahşetin gebeliğinden sakat doğan aşkıyla Crimson Peak - Kızıltepe yağmurun fırtınaya dönüştüğü şu günlere gerçek anlamda yakışan nadir yapımlardan biri. 

13 Ekim 2015 Salı

American Horror Story Hotel - Episode 1

Hiç yorum yok:


American Horror Story'nin resmi sayfaları, Freak Show sezonu bittikten kısa bir süre sonra 5. sezon temasının Hotel olduğunu duyurmuştu. O zamandan beri yeni sezonu bekledik ve nihayet ilk bölüm yayınlandı. Açıkçası beşinci sezona başlarken biraz isteksizdim. Jessica Lange'in kadrodan çıkması dizi için büyük bir kayıp oldu. Pek sevemediğim AHS Coven'ı bile tek başına yürütebilecek kadar şahane bir oyuncunun diziyi bırakması eminim ben dahil pek çok American Horror Story izleyicisini üzmüştür. (Ama beni çok çok üzdü. :(( ) Bu senenin kadrosu bakıp bakıp Maşallah diyecek kadar çok ünlü isim barındırıyor. Açıkçası nereden esti de kadroyu bu kadar büyüttüler merak ediyorum. Özellikle Lady Gaga'nın diziye dahil olması biraz canımı sıktı. Umarım bu sezon bize Hotel ayağına "American Horror Story - Lady Gaga" izletmezler. Promolar da öyleydi zaten. -_-


Dizinin ilk bölümü hakkında ne düşündüğüme gelecek olursam... Freak Show'da konuk oyuncu olarak yer alan Wes Bentley'nin kadroya dahil olmasına gerçekten sevindim. Evan Peters'ın yerine onun ana erkek karakter oyuncu olarak yer alması beni rahatsız etmedi. Dizinin kasvetli havasına uygun, rahatsızlık hissiyle dolanan bir dedektif olarak karşımıza çıkan Bentley Hotel'in kilit karakterlerinden biri. Bu sezon hem Jessica'nın gitmesi, hem de dört sezondur ön planda olan Evan Peters'ın yerini başkasının alması diziyi değiştirmiş. İyi mi yoksa kötü mü olduğunu zamanla göreceğiz.

AHS Hotel'in en önemli olayının Lady Gaga olduğunun farkındayım. Her ne kadar sinir bozucu olsa da durum böyle. Kadının seveni çok, dolayısıyla dizinin izleyici sayısını yükseltiyor. İlk bölümden kötülemek istemiyorum ama izlerken Lady  Gaga'nın  AHS ruhuna yakışmadığını hissettim. İğreti duruyordu böyle gereksiz cool tavırlar falan. Bu dizi sadece Freak Show'da değil, bütün sezonlarda ucubelik durumu üstünden gitti. İlk bölümde ucube kelimesi yine geçiyor yani temelde durum aynı. Ama bu seferki karakterler geçmiş sezonlardaki doğal halden ziyade özenti bir tavır takınmışlar. Kesin bir şey demek için çok erken tabii, bakalım Lady Gaga American Horror Story ile bütünleşebilecek mi :3 


İlk bölümün en çok sevdiğim karakteri kesinlikle Liz Taylor'dı. Denis O'Hare bu sezon, Kadim Mısır zamanlarından beri yaşayan bir ruh kılığı ve trans bedeniyle AHS Hotel'de farkını ortaya koyacak diye düşünüyorum. Hatta kendisi, bahsettiğim American Horror Story ruhuna en çok uyan karakter olabilir. Dizideki yeri ilerleyen zamanlarda ne olur bilmiyorum ama oteldeki yaşamının çoğunluktan çok daha eskiye dayandığını düşünecek olursam önemli şeyleri bildiği ve dolayısıyla kilit karakterlerden biri olduğunu söyleyebilirim.^^


Diğer oyuncular hakkında diyecek pek bir şeyim yok, zaten asıl AHS kadrosunun çoğunu henüz göremedik. American Horror Story böyle daha kaç sezon gider bilmiyorum ama benim için dizi bu sezonda farklı bir yola girdi. İlk bölüm kafada soru işaretleri ile bitti, ne iyi ne kötüydü. Yanlış anlamadıysam eğer Lady Gaga vampir gibi bi' şeyi canlandırıyor. Umarım onu daha farklı bir varlıkmış gibi gösterirler ya da bu vampir durumu hiç dile getirilmez. Vampirler American Horror Story için sıradan kalıyorlar bence. Aa az kalsın bahsetmeyi unutuyordum, bu sezonda psikopat bir katil var. *.* Kimin oynadığı henüz belli değil tabisi ama Michael Chiklis olabilir. ^^ Bu arada dizide çalan şarkılara bayıldım! Özellikle Lady Gaga'nın olduğu sahnelerden birinde çalan She Wants Revenge - Tear You Apart'a. *-* Burada hem ilk bölümün önemli birkaç detayı hem de şarkı listesi var, isterseniz bakabilirsiniz. İki gün sonra 2. bölümü izleyeceğiz, bakalım pek çok korku filminin favori mekanı olan oteller American Horror Story'de nasıl duracak? :3





4 Ekim 2015 Pazar

Bir Kitap Kurdunun Hüznü: Yarım Kalan Kitaplar & Titus Groan Hakkında

9 yorum:

Bir pazar gecesinden daha herkese merhaba. Okullarla beraber hafta sonları gözümde eski değerini yeniden kazandı. Eh, ben de nasıl şanslı biriysem artık cuma gecesinden itibaren feci bir şekilde üşüterek bütün cumartesiyi yatakta geçirdim. Kitap bile okuyamayacak kadar kötü durumda olduğum için iki gün boyunca toplamda otuz saat kadar uyudum. Tüm günü yatakta geçirmek hastayken işkenceden farksız oluyormuş. -_-  Bu sebeple mevsim geçişi yaşadığımız şu dönemlerde güneş olsun olmasın dışarı çıkarken sıkı giyinmenizi şiddetle tavsiye ederim. *-* Başlığa gelecek olursam, "Bir Kitap Kurdunun Hüznü" yazı dizime yeni konu olarak yarım kalan kitapları ekleyeyim dedim. Önce biraz büyük bir hevesle başladığım Titus Groan'dan bahsetmek istiyorum. Kendileri Ukitap üzerinden iki güzel kitabımı verip sıfır olarak aldığım bir kitap oluyorlar. O derece özenmiştim yani seriye. Konusundan bahsedecek olursam kaba tabirle, devasa bir şatoda yaşayan birbirinden tuhaf karakterlerin gündelik hayatları üstüne kurulu diyebilirim. Evet, Titus Groan tam olarak böyle bir kitaptı. Tür olarak düşündüğüme kitabı herhangi bir kalıba koyamadığımı fark ediyorum, çok geniş, çok farklı bir tarza & hikayeye sahip. Okuduğum hiçbir kitaba benzemediğini söyleyebilirim. Bu kadar farklı olmasına rağmen neden yarım bıraktığıma gelirsem açık ve net bir cevabım var: Yazarın hayattan bezdirici anlatım şekli. -_-  Gerçekten en son ne zaman bu denli betimleme dolu bir kitap okudum hatırlamıyorum. O kadar rahatsız oldum ki düşündükçe başıma ağrılar giriyor. Bahçe köpeklerin öylesine dolaşmasını bile bir paragraf edecek şekilde anlatmasını ikinci dünya savaşı psikolojisine bağlıyorum, o yüzden kızamıyorum da. Ama böylesine güzel bir hikayenin gereksiz betimlemelerde boğulup gittiğini görmek beni üzdü. Beş yüz küsurat sayfalık kitabın yarısından fazlasını okumama rağmen nefret ederek bırakmış olmam ise apayrı bir durum. Eylül ayında tam gaz okumaya başlamış, gayet güzel giderken Titus geldi ve tüm düzenimi alt üst etti. Kitabı bıraktıktan sonra okuyamama sorunum yeniden ortaya çıktı, bir süre herhangi bir şeyi elime alasım gelmedi. Hala da yavaş okuyorum maalesef. -.- Absürt karakterler olsun kocaman bir şatoda yaşasınlar seve seve okurum, betimlemelere zaten bayılırım diyorsanız Titus Groan'ı inceleyebilirsiniz. Ama siz de benim gibi fazladan tasvirin zaman kaybı olduğunu düşünüyorsanız almadan önce bir kez daha düşünün derim. Sıkıldıkça sayfa atlayayım öyle öyle bitsin bari dedim ama o yöntem bile işe yaramadı, güzelim şatonun en küflü odasına hapsolmuş gibi hissedince kapağı uzunca bir süre açmamak üzere kapattım...


Böylelikle yarım kalan kitaplara bir diğerini daha eklemiş oldum. Kitap okumayı seven biri olarak elime aldığım bir kitabı yarım bırakmayı hiç ama hiç sevmiyorum. Eminim çoğu kitapsever de benim gibi düşünüyordur. Aslında bu dediğime son iki yıldır falan dikkat eder oldum. Daha öncesinde araya yoğun bir dönem girer de okuduğum kitapla cebelleşirken şansa çok beklediğim bir seri devamı kitabım çıkarsa hiç düşünmeden kitabı yarım bırakıp diğerine atlıyordum. Artık bu konularda biraz daha özenliyim diyebilirim. Yine de Titus Groan'da olduğu gibi, çok boğulduysam kitabı zirvede bırakıp rahatlatıcı alternatiflere yöneliyorum. :3 Bir kitap neden yarım bırakılır sorusunun cevabı basit zaten, sıkıcıdır, boğucudur, karakterler iğrenç ötesidir, rahatsız edici bir dile / çeviriyle sahiptir gibi gibi. Titus'un ilk elli sayfasından sonra sıkılmaya başladığımı hissetmiştim. Yüzlere geldiğimde git gide daha da bunaldığımı fark edince yarısına kadar şans tanıdım. Sanırım bu sene aldığım yeni kitap okuma kurallarımdan biri bu oldu, kitabı beğenmediysen yarısına kadar şans ver, olmuyorsa zorlama. Okunması gereken sayılamayacak kadar çok mükemmel kitap varken, beğenmediğimiz bir şeye takılıp kalmamak gerek değil mi ama =) Ayrıca bundan sonra sevdiğim yazarlar ve seri devamları dışındaki kitaplara büyük heveslerle başlamak istemiyorum. Hayal kırıklığı ne kadar düşük olursa o kadar az üzülürüm ki Titus beni çok üzdü. :( Bu arada şimdiye kadar yarım bıraktıklarımı sayacak olsam buradan Kadıköy'de yol olur, tek kitaba odaklandığıma bakmayın yani yarım bıraktığım çoook oldu. Yazıyı çok uzatmak istemiyorum, zaten saat de geç oldu. Bu konuda yalnız olmadığımı düşüyor ve sizlerden yarım bıraktığınız kitapları sebepleriyle beraber yorum atmanızı rica ediyorum. Belki de okumayı planladığım bir kitabı yarım bırakmışsınızdır, bir hüsran daha yaşamadan fikir alsam güzel olur. =P 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...